Bugün okuduğumda etkisinden uzun süre kurtulamadığım bir başka kitabı paylaşacağım sizinle. Belki okudunuz, belki de dizisini izlediniz, ama eminim bir yerlerden duydunuz.
Ayşe Kulin’in yazdığı Köprü isimli roman…
Kitabı bitirmem sadece bir buçuk gün sürdü. Aslında daha kısa sürebilirdi ancak yer yer hüzünlenip kitabı elimden bırakmak zorunda kalmıştım.
Hoş Ayşe Kulin kitaplarının ortak özelliğidir zaten, elinize aldığınızda bitirmek istersiniz. Sade ve sürükleyici bir dille yazılmış, acıklı ve hüzün dolu yaşanmış olaylar okuyucuyu içine çekiyor.
31 Ocak 2009 tarihini atmışım kitabın kapağına okuduğum zamanı belirtmek için, yıllar geçse de üzerinden unutamadığım kitaplarım arasında.
Rahmetli bürokrat Recep Yazıcıoğlu’nun, Erzincan valisi olduğu dönemde üstesinden geldiği büyük zorluklara rağmen yaptırdığı köprüden ve basit bir köprünün insanlar için ne kadar önemli olabileceğinden bahsediyor.
Ülkemizin o dönemin zor şartlarını yalın bir dille kaleme alan yazarımız, Recep Yazıcıoğlu’nun hayatından kareler alıp biz okuyuculara anlatıyor.
Esaslı bir idarecinin bölge insanlarına hizmet etmek için, kısıtlı imkanlarına rağmen nasıl çırpındığını ve bölge insanlarının o basit hizmete neden bu kadar ihtiyaç duyduğunu ancak ulaşamadığını yaşanmış hikayeler eşliğinde okurken kahroluyorsunuz.
Fırat nehrinin azgın sularını geçebilmek için ihtiyaç duyulan ancak yılan hikayesine dönen ve bir türlü bitirilemeyen bir köprü, insanlarının canından olmasına sebep olan acıklı olaylar…
Sahi bir köprünün yapımı neden yıllar sürer?
Kitabı okurken insanların çaresizliği yüreğinize derin bir acı gibi oturuyor. Gerçeklerin yüzüme kapı gibi çarptığı bir kitap. Bir zamanlar canım ülkemin özeti; Türkiye’nin karanlık günleri…
Birbirinden önemli mesajlar veren, bir idareci yönettiği bölgenin kaderini nasıl değiştirebilir? sorusuna cevap verebilen bir eser olmuş. Azimli bir vali, hüzünlü bir hayat ve doğunun gerçeği bu kitapta anlatılıyor.
Ayşe Kulin’in okuyucu sıkmayan, samimi bir üslupla yazdığı kitabı okurken sanki bu acıklı olaylar yaşanırken orada yaşıyor ve olanlara şahitlik ediyor gibi bir hisse kapılmıştım.
Hele ki kitapta öylesine içimin acıdığı bir durum vardı ki, Elmas ve Öksüz’ün yaşadığı dramı okurken gözyaşlarıma hakim olamadım.
Kurgusu ve hikayenin yaşanmış olması da beni gerçekten çok etkiledi. Bir köprünün insanlar için umut anlamına gelebileceğini yazarımızın kalemiyle öğrendim.
Terör ve mezhep çatışmalarına da yer vermiş kitabında yazarımız. Bölge halkının dramatik hatıraları işte bu kitapta toplanıyor.
Hüzün denizinde yüzüyormuşsunuz gibi, her sayfası acıyla yoğrulmuş, her satırı acıyla yüklüydü. Sanki köprünün bir dili varmış ta çaresizlikle bezenmiş hayatların dertlerini anlatıyor gibi.
Kitapta geçen Aşık Reyhani’nin çok etkilendiğim dizelerinde şöyle diyor;
Ankara’da duran beyler,
Erzincan’a vardınız mı?
Yol gitmeyen garip köyler,
Hallerini gördünüz mü?
Kitap kapağında ki bitmeyen köprünün resmine, kitabı bitirdiğimde uzun uzun bakmıştım. Derinden etkilemişti beni.
Yazarımızın yedinci eseri, 2001 yılında Everest Yayınları’ndan çıkma, 240 sayfadır.
Eğer sizde benim gibi sulu gözlü bir insansanız, okurken yanınızda mutlaka bir mendil bulundurmalısınız tavsiyesiyle bitireyim.
Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle…